Fırtına Rubin Carter'ın Hikayesi
Kalabalık Patterson caddesinin başında,
gelip geçenleri dalgın bakışlarla izlerken, yapması gerekenin ne olduğuna tam
olarak karar verememişti. Belki de düşünmek için biraz daha zamanı olsa, böyle
bir şeye bir daha asla yeltenmemek üzere arkasını dönüp, seri adımlarla oradan
uzaklaşacaktı. Fakat beklediği adamı köşedeki pastaneden çıkarken görünce,
yapması gerekeni hatırladı ve büyük adımlarla hedefine arkadan yanaştı.
Hiçbir şeyden habersiz, elindeki turtanın keyfini çıkaran adam, bir anda
bacağında hissettiği ani acıdan az sonra yere yığıldı. 12 yaşındaki Rubin
Carter, işte bu olaydan sonra, New Jersey Eyalet Çocuk Hapishane’sine
gönderildi. Henüz çocuk yaşta, kanunlarla arasına bir uyumsuzluk girmişti ve
adalet onun sokağına belki bir daha uğramayacaktı.
Rubin Carter, nam-ı diyar ‘’ Fırtına Boksör ‘’, 1937 yılında ABD’nin batı
yakası şehirlerinden New Jersey’de doğdu. Beyaz Amerikalıların ancak, kirli
işlerini görmek için uğradığı ve genellikle siyahilerin ve İtalyan veya İrlandalı göçmenlerin yaşadığı bir mahallede
doğdu. Burada büyüyen çocuklar için, sistem çok fazla şey vaat etmiyordu.
Aslında küçük yaştan itibaren suça bulaşmış bir çevrede büyürseniz, size
pastadan pek bir pay bırakılmış olmuyordu. İşte bu ortamda, henüz 12 yaşında
içeri tıkılan Carter, 6 yıllık gözetim süresinin bitmesine 10 ay kala,
bulunduğu tutukevinden kaçtı ve orduya katıldı. Carter’ın boks kariyeri de
burada başladı.
Askerdeki bir çavuş, atletik vücut yapısı ve hızlı refleksleri olan bu gencin, o günlerde çok popüler olan ve
iyi para kazandıran boksta başarılı olacağına inandı ve onu çalıştırmak için
gönüllü oldu. Carter ise, içindeki öfkeyi ve enerjiyi aktarmak için iyi bir
kanal bulmuştu. Yoğun çalışıyordu ve o da tıpkı eğitmeni gibi, en büyük
olabileceğine inanıyordu. Daha iyi eğitim almak ve profesyonel bir boksör olmak
amacıyla, doğduğu yer olan Patterson’a geri
döndü. O günlerde, ‘’Beyaz ‘’ polisler deyim yerindeyse siyahi avına
çıkmışlardı ve sürekli tutuklamalar ve yargısız infazlarla nefes dahi
aldırmıyorlardı. Carter da bundan nasibini almış olacak ki, şehre girer girmez
tutuklandı ve 10 aylık gözaltından sonra bırakıldı. Carter hapisten
salıverildiğinde, kendisini tamamen özgür ve artık seveceği bir ülke olmayan
bir vatandaş olarak hissediyordu.
Hiç zaman kaybetmeden boks antremanlarına geri döndü. Onun hedefinde dünya boks şampiyonu olmak dışında bir şey
yoktu. İlk çıktığı hafif-siklet 4 maçı
kazandı. Bu maçlardan ikisini knock-out ile almıştı. 1964 yılına gelindiğinde
ise, Carter orta siklet boks şampiyonu olan Emille Griffith ile ünvansız maçı
da kazanınca, adı iyiden iyiye duyulmaya başladı. Parlak ve hızlı yumrukları
sayesinde, boks dünyası ona ‘’Fırtına’’, İngilizce haliyle ‘’Hurricane’’ lakabını
takmıştı. Fırtına Carter, artık dünya
şampiyonluğu için gün sayıyordu.
Carter aynı zamanda, elde ettiği başarılarla içinde yaşadığı Afro-Amerikan
kökenli insanlar için de bir umut kaynağı olmuştu. Yaşanan haksızlıklar
karşısında gerçekleştirilen protestolarda en önde yürüyor ve yapılan
haksızlıklara açıktan başkaldırıyordu. Belki de bu yüzden, 1966 senesi Ekim
ayında, Dünya şampiyonu Dick Tiger ile yapacağı maçta öncesi, bir şeyler içmek
üzere girdiği bir bardan ayrıldıktan sonraki gün, barın sahibinin de aralarında
bulunduğu 3 kişiyi öldürmekten tutuklandı. Olay neredeyse tamamen düzmeceydi ve
tek bir görgü tanığının,’’ içerisinde iki siyahın bulunduğu beyaz bir araba ‘’
ifadeleri, onun ve arkadaşı John Artis’in tutuklanmasına yetmişti.
Mahkemede delil yetersizliğinden ve olaydan yaralı kurtulan kişinin Carter ve
arkadaşını teşhis edememesinden dolayı
aklandı fakat daha sonra ortaya
Alfred Bello ve Arthur Bradley adında olayla bağlantısı bulunmayan iki
şahit daha çıktı. Ne olduğunu anlamadan, el çabukluğuyla, Carter tekrar
tutuklanıp 29 yıl hapse mahkum edildi.
Carter, mahkemeden çıkışta öfkesini şöyle dile getiriyordu: ‘’
Hayatımı Benden Çalmaya Çalıştılar, buna izin vereceğimi sanıyorlarsa
yanılıyorlar!!’’
‘’Fırtına’’ gerçekten de pes etmedi. Hapishanede mahkum kıyafetlerini giymeyi
reddettiği için defalarca hücre cezası yedi ve işkence gördü. Kendini
yetiştirmek için, okumaya başladı ve diğer insanlarla irtibatı neredeyse
tamamen kopardı. Kendisinden iki çocuk sahibi olduğu eşiyle dahi görüşmek istemedi
ve mahkemelerde kendi savunmasını yapmaya başladı. 10 seneye yakın bir zaman
sonra, ‘’16. Raund’’ adını taşıyan
otobiyografisini yazdı. Bu kitabı okuyan Bob Dylan, onun adına ‘’
The Hurricane’’ adlı şarkıyı yazdı ve zamanın parlayan boks yıldızı Muhammed
Ali kendisine şartsız destek sundu. Serbest kalması için kampanyalar ve
yürüyüşler düzenlendi. Lesra Martin adlı genç bir hukuk öğrencisi, yazdığı
kitaptan etkilenerek, kendisi gibi Hukuk okuyan dört Kanadalı arkadaşıyla
beraber Carter’ın davasını üstlendi.
19 yıl sonra tekrar açılan davada, Carter’ın cezaevine gönderilmesine sebep
olan iki şahidin, aslında hırsızlık yaparken yakalandığı ve cezai indirim
almaları karşılığında polis tarafından, Carter aleyhine ifade vermeleri için
zorlandığı ortaya çıktı. Tüm bu gelişmelerden sonra, 22 senelik haksız
mahkumiyet sonrasında, ‘’Fırtına’’
lakaplı şampiyon boksör Rubin Carter serbest bırakıldı.
Boks kariyerine devam
edemese de, Rubin Carter içinde yaşadığı toplumda vicdanın ve ortak aklın sesi
oldu. 2014 yılında vefat edene değin, kendisi gibi haksız yere mahkum
edilenlerin dosyalarıyla ilgilenmeye devam etti.