31 Mart 2020 Salı

Fırtına Rubin Carter'ın Hikayesi





Fırtına Rubin Carter'ın Hikayesi







Kalabalık  Patterson caddesinin başında, gelip geçenleri dalgın bakışlarla izlerken, yapması gerekenin ne olduğuna tam olarak karar verememişti. Belki de düşünmek için biraz daha zamanı olsa, böyle bir şeye bir daha asla yeltenmemek üzere arkasını dönüp, seri adımlarla oradan uzaklaşacaktı. Fakat beklediği adamı köşedeki pastaneden çıkarken görünce, yapması gerekeni hatırladı ve büyük adımlarla hedefine arkadan yanaştı. Hiçbir şeyden habersiz, elindeki turtanın keyfini çıkaran adam, bir anda bacağında hissettiği ani acıdan az sonra yere yığıldı. 12 yaşındaki Rubin Carter, işte bu olaydan sonra, New Jersey Eyalet Çocuk Hapishane’sine gönderildi. Henüz çocuk yaşta, kanunlarla arasına bir uyumsuzluk girmişti ve adalet onun sokağına belki bir daha uğramayacaktı.

Rubin Carter, nam-ı diyar ‘’ Fırtına Boksör ‘’, 1937 yılında ABD’nin batı yakası şehirlerinden New Jersey’de doğdu. Beyaz Amerikalıların ancak, kirli işlerini görmek için uğradığı ve genellikle siyahilerin ve  İtalyan veya  İrlandalı göçmenlerin yaşadığı bir mahallede doğdu. Burada büyüyen çocuklar için, sistem çok fazla şey vaat etmiyordu. Aslında küçük yaştan itibaren suça bulaşmış bir çevrede büyürseniz, size pastadan pek bir pay bırakılmış olmuyordu. İşte bu ortamda, henüz 12 yaşında içeri tıkılan Carter, 6 yıllık gözetim süresinin bitmesine 10 ay kala, bulunduğu tutukevinden kaçtı ve orduya katıldı. Carter’ın boks kariyeri de burada başladı.

Askerdeki bir çavuş, atletik vücut yapısı ve hızlı refleksleri  olan bu gencin, o günlerde çok popüler olan ve iyi para kazandıran boksta başarılı olacağına inandı ve onu çalıştırmak için gönüllü oldu. Carter ise, içindeki öfkeyi ve enerjiyi aktarmak için iyi bir kanal bulmuştu. Yoğun çalışıyordu ve o da tıpkı eğitmeni gibi, en büyük olabileceğine inanıyordu. Daha iyi eğitim almak ve profesyonel bir boksör olmak amacıyla, doğduğu yer olan Patterson’a  geri döndü. O günlerde, ‘’Beyaz ‘’ polisler deyim yerindeyse siyahi avına çıkmışlardı ve sürekli tutuklamalar ve yargısız infazlarla nefes dahi aldırmıyorlardı. Carter da bundan nasibini almış olacak ki, şehre girer girmez tutuklandı ve 10 aylık gözaltından sonra bırakıldı. Carter hapisten salıverildiğinde, kendisini tamamen özgür ve artık seveceği bir ülke olmayan bir vatandaş olarak hissediyordu. 

Hiç zaman kaybetmeden boks antremanlarına geri döndü. Onun hedefinde  dünya boks şampiyonu olmak dışında bir şey yoktu. İlk çıktığı hafif-siklet  4 maçı kazandı. Bu maçlardan ikisini knock-out ile almıştı. 1964 yılına gelindiğinde ise, Carter orta siklet boks şampiyonu olan Emille Griffith ile ünvansız maçı da kazanınca, adı iyiden iyiye duyulmaya başladı. Parlak ve hızlı yumrukları sayesinde, boks dünyası ona ‘’Fırtına’’, İngilizce haliyle ‘’Hurricane’’ lakabını takmıştı. Fırtına Carter, artık  dünya şampiyonluğu için gün sayıyordu. 

Carter aynı zamanda, elde ettiği başarılarla içinde yaşadığı Afro-Amerikan kökenli insanlar için de bir umut kaynağı olmuştu. Yaşanan haksızlıklar karşısında gerçekleştirilen protestolarda en önde yürüyor ve yapılan haksızlıklara açıktan başkaldırıyordu. Belki de bu yüzden, 1966 senesi Ekim ayında, Dünya şampiyonu Dick Tiger ile yapacağı maçta öncesi, bir şeyler içmek üzere girdiği bir bardan ayrıldıktan sonraki gün, barın sahibinin de aralarında bulunduğu 3 kişiyi öldürmekten tutuklandı. Olay neredeyse tamamen düzmeceydi ve tek bir görgü tanığının,’’ içerisinde iki siyahın bulunduğu beyaz bir araba ‘’ ifadeleri, onun ve arkadaşı John Artis’in tutuklanmasına yetmişti.

Mahkemede delil yetersizliğinden ve olaydan yaralı kurtulan kişinin Carter ve arkadaşını teşhis edememesinden dolayı  aklandı fakat daha sonra ortaya  Alfred Bello ve Arthur Bradley adında olayla bağlantısı bulunmayan iki şahit daha çıktı. Ne olduğunu anlamadan, el çabukluğuyla, Carter tekrar tutuklanıp  29 yıl hapse mahkum edildi. Carter, mahkemeden çıkışta öfkesini şöyle dile getiriyordu:     ‘’ Hayatımı Benden Çalmaya Çalıştılar, buna izin vereceğimi sanıyorlarsa yanılıyorlar!!’’

 

‘’Fırtına’’ gerçekten de pes etmedi. Hapishanede mahkum kıyafetlerini giymeyi reddettiği için defalarca hücre cezası yedi ve işkence gördü. Kendini yetiştirmek için, okumaya başladı ve diğer insanlarla irtibatı neredeyse tamamen kopardı. Kendisinden iki çocuk sahibi olduğu eşiyle dahi görüşmek istemedi ve mahkemelerde kendi savunmasını yapmaya başladı. 10 seneye yakın bir zaman sonra,     ‘’16. Raund’’ adını taşıyan otobiyografisini yazdı. Bu kitabı okuyan Bob Dylan, onun adına  ‘’ The Hurricane’’ adlı şarkıyı yazdı ve zamanın parlayan boks yıldızı Muhammed Ali kendisine şartsız destek sundu. Serbest kalması için kampanyalar ve yürüyüşler düzenlendi. Lesra Martin adlı genç bir hukuk öğrencisi, yazdığı kitaptan etkilenerek, kendisi gibi Hukuk okuyan dört Kanadalı arkadaşıyla beraber Carter’ın davasını üstlendi. 


 


19 yıl sonra tekrar açılan davada, Carter’ın cezaevine gönderilmesine sebep olan iki şahidin, aslında hırsızlık yaparken yakalandığı ve cezai indirim almaları karşılığında polis tarafından, Carter aleyhine ifade vermeleri için zorlandığı ortaya çıktı. Tüm bu gelişmelerden sonra, 22 senelik haksız mahkumiyet sonrasında, ‘’Fırtına’’  lakaplı şampiyon boksör Rubin Carter serbest bırakıldı.



 Boks kariyerine devam edemese de, Rubin Carter içinde yaşadığı toplumda vicdanın ve ortak aklın sesi oldu. 2014 yılında vefat edene değin, kendisi gibi haksız yere mahkum edilenlerin dosyalarıyla ilgilenmeye devam etti.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder